Merhaba sevgili okurlar ,
''Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız koymak var, o koyuyor adama.''
66.sonesinden ufak bir alıntı, Can Yücel yorumuyla elbette..Aşk üzerine sayısız yapıtı bulunan bu büyük ustanın, aşk ve güzellik arasındaki neden sonuç ilişkisini evrensel ifadelerle tersten kurmuş.Aşkı doğuranın sevgilinin güzelliği olduğunu reddedip, aşkı yüzeysel beğeninin sonucu olmaktan çıkartmıştır.
Shakespeare'ye , Aşık Veysel 'e Victor Hugo'ya, Edgar Allan Poe'ye acı çektiren, delirten, uykusuz bırakan ,zaman zaman içlerini ısıtan ,zaman zaman isyan ettiren ''AŞK '' bir hastalık olabilir mi?
Bu konuda bilimsel olarak yaptığım araştırmalardan derlediklerim aşıkken vücudumuzdaki kimyasal aktivitenin hiç de normal olmadığı ve bize akıl dışı kararlar aldırtabildiği yönünde...
Pek çok bilimsel araştırma , aşkı geçici bir delilik hali ve akıl tutulması olarak tanımlar ve kişinin saniyenin beşte biri kadar sürede görsel beğenisinin oluştuğunu, görsel algıyla birlikte kalp çarpıntısının başladığını ve sürecin 1,5 saniye sürdüğünü, aşk başlayınca beyinde hummalı bir çalışmanın gerçekleştiğini aynı anda 12 merkezin aktive olduğunu ve bu durumun aşk denilen geçici delilik halini ortaya çıkardığını ifade eder.
AŞK MİKROPARANOYA MI ?
Aşk duygusunun biyokimyasını yakalama çabasında yoğun araştırmalar yapan, İtalya’nın Pisa Üniversitesi Psikiyatri Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Donatella Marazziti, insanların aşk diye yorumladığı duygunun aslında biyokimyadan başka bir şey olmadığını öne sürmüş. Aşk duygusunun biyokimyasını yakalama çabasında yoğun araştırmalar yapan Prof. Marazziti, ‘aşık olmanın bir nevi ruh hastalığı olduğunu’ ve başka ruh hastalıklarına benzer etkiler gösterdiğini belirterek aşk duygusunu ‘Mikroparanoya’ diye adlandırdı. Aşık olan ve olmayan gençlerin vücudundaki mutluluk hormonu olarak bilinen ‘serotonin’ oranını ölçerek tezlerini destekleyen psikiyatri uzmanı, şunları söylemiştir: ‘Aşk denilen ruh hali, bilimsel açıdan vücut biyokimyasının etkisinden başka bir şey değil. İnsanlarda hastalık etkisi gösterir. Aşık olduğunu söyleyenlerin kanındaki serotonin oranı çok yüksek. Aşık olmayanlarda ise bu oran düşük. Benim ve ekibimin araştırmalarında ortaya çıkan en ilginç sonuç ise asabi ve hafif paranoya insanlarda serotonin oranının aşık insanlarındakiyle hemen hemen aynı oranda olması.’
TAMAM AŞIĞIM , ŞİMDİ NE OLACAK ?
Bazı deneysel çalışmalarda PET (Position Emission Tomography) ve MRI (Magnetic Resistant Imaging) yardımıyla beyindeki aktif bölgeler gösterilerek Aşkın beyindeki merkezi gösterilmeye çalışılmıştır. bulunan bazı verilerin olmasına karşılık hala tam olarak bir fikir bütünlüğüne varılamamıştır.
Beynin belli bölümleri, aşkın başlatılması, ilerletilip, doyuma ulaştırılmasında farklı derecelerde rol almaktadır. Beyin korteksi (dış yüzeyi) kişinin duygusal ve cinsel anlamda yaşadıklarından öğrendiklerini daha sonra kullanılmak üzere depolama işlevini görmektedir. Beynin frontal korteksi (beynin ön bölgesini örten beyin dış yüzeyi) kişiler arası ilişkiler, duygusal ve cinsel seçimlerde ve kişisel eğilimlerde görev alacak öğrenme işini üstlenmiştir. Bazal ganglion olarak adlandırılan “accumbens çekirdeği” bir ilişkiyi ya da cinsel işlevi başlatmada ve zevk alma işlevinde uyarıcı görev üstlenmektedir. Gene buraya komşu “striatum” bölgesi karşı cinse olan duygusal ya da cinsel çekimi izleyen dönemde yapılacak hareketleri kolaylaştırma, ilgiyi aktif eyleme dönüştürme konusunda ön plandadır. Duygusal yaşantılamada en büyük rolü üstlenen limbik sistem görerek, işiterek, koklayarak ve dokunarak bir takım hislerin edinilmesinde ve duygusal çekim hissetmede önemlidir. Daha önce öğrenilen bilgiler ve yeni edinilen izlenimlerin birleştirilmesi gene bu alanda gerçekleştirilmektedir. Hipotalamus ön çekirdeklerinde erkeklerden beklenen duygusal ve cinsel davranışlar yönetilir.erkeklik hormonu “testesteron” ve dopamin adlı bir başka hormon bu sistemi aktive etmektedir. Hipotalamusun arka çekirdeklerinden kadına özgü cinsel ve duygusal yaşantılar yönlendirilmektedir.bu sistem de kadınlık hormonu olan “östrojen”ve serotonin dediğimiz başka bir hormonca aktive edilir. Son olarak hipofiz bezi de beyinden çıkan yapılması uygun bulunan davranışların, hissedişlerin vücudun gerekli organlarına iletilmesini sağlar.
Testesteron, östrojen, melatonini uyaran hormon, tiroid bezi hormonları, progesteron ve prolaktin düzeylerinin artışı cinsel çekim ve eylemleri kuvvetlendirirken; serotonin, dopamin ve GABA denilen hormonların düzeylerindeki artışlar bu durumu azaltmaktadır.
Norepinephrine, adrenalin üretimini arttırarak ayaklarımızı yerden kesip kalp çarpıntısına neden oluyor. Beynin hipotalamus bölgesinde üretilen oxytosin ise bir insana şefkat duymamızı, onunla ilgilenmemizi sağlıyor. Bütün bunların sonunda da aşk hali ortaya çıkıyor.
Dopamin, vücutta doğal olarak üretilen bir kimyasaldır. Beyinde, dopamin reseptörlerini aktive ederek nörotransmiter olarak görev yapar. Dopamin, ayrıca, hipotalamustan da salgılanır ve kana karışarak nörohormon görevi yapar. Nörohormon olarak görevi hipofizin ön lobundan prolaktin salgılanmasını baskılamaktır.
AŞK KARŞILIKSIZSA...
Tutku ne kadar artarsa, beyinde heyecan ve keyif duygusunu salgılamaya yarayan hormonlar daha çok uyarılıyor ve aktif hale geliyor. Dopamin, noradrenalin ve phenylethylamin maddelerinin daha çok salgılanmasıyla ellerimiz daha çok terliyor, nefes alış-verişimiz hızlanıyor, tansiyonumuz ve nabzımız yükseliyor! Aşık olanların genellikle yemeden içmeden kesilmesi, uykusuzluk çekmesi gözden kaçmaz. İşte bütün bunların nedeni de aslında bu çok çalışan hormonlar. Onlar yüzünden hem hiperaktif hale geliyoruz, hem yemiyoruz içmiyoruz hem de uyku düzenimiz bozuluyor. İşte bu yüzden de ilişkimize daha bağımlı hale geliyoruz. Eğer söz konusu olan karşılıksız bir aşksa o zaman deyim yerindeyse 'junky'lere dönüyoruz. "Buna hiç de şaşırmamak gerek" diyor doktorlar. Çünkü halüsinasyona neden olan ilaçlar, beynimizde salgılanan 'phenylethylamin' maddesini de içeriyor!
MADEM AŞIĞIM, HADİ SEVİŞELİM !!!
Bir kadını erkeğe ya da bir erkeği kadına çeken nedir? Erkek kadının güzel gözlerinden, gülüşünden, kadın ise sempatik davranışlarından ya da kültüründen etkilenmiş olabilir. Tüm bu etkenler geçerli olmasına rağmen, erkekle kadın arasındaki çekimde DNA'nın rolünü unutmamak gerekiyor.
Peki, seks neye yarıyor? Bebek yapmak için niçin bir kişi gerekiyor? Biyologlar bu soruya yanıt olarak, "seks genetik çeşitliliğin kaynağı olduğu için doğa tarafından yeğleniyor" diyorlar. Doğadaki türlerin %5'inden çoğunun üremek için seksi yeğlemesi, bu yöntemin önemli bir avantaj sunmasından kaynaklanıyor.
Bu üretim mekanizması gerçekte, evrimin yaşamın ortaya çıkışından beri uygulamaya koyduğu "olasılıkların oyunu"nun temel ilkesine dayanıyor.
Cinsellik, genetik kombinezonları sürekli yenileyerek, insanların değişen koşullara uyum sağlamasına katkıda bulunuyor. Kadın ya da erkek kendisinden yeterince farklı birisiyle çiftleşerek, daha çok çeşitliliğe dolayısıyla soyunun çevre koşullarında gelecekte meydana gelebilecek değişikliklere daha iyi uyum sağlamasına neden oluyor.
AŞIĞIM..EVET DELİRDİM !!!
Aşk, insan beyninde muhakeme ve yargılama yapan bölümleri de etkisiz hale getiriyor. Aşık olan kişiler, sevdiklerine karşı muhakeme yeteneğini kaybediyor."Aşıkken tamamen kör oluyor" ve aşık olunan kişinin olumsuzlukları beynin bu bölgelerinin çalışmaması nedeniyle görülemiyor.
Beynin 'zihin teorisi' olarak adlandırılan ve başkalarıyla farklılıklarını ortaya koyan mekanizması da aşık olunca devreden çıkıyor. Bu nedenle kişiler aşık olduklarıyla aralarında bir ayrım yapmıyor ve onu kendisi gibi görüyor.
İnsanların beynindeki kimyasallardan serotonin seviyesi aşık olanlar da, saplantılı (obsesif kompülsif bozukluğu) kişilerinkiyle aynı seviyede bulunuyor.
Aşk bir yandan kişiye huzur ve güven verirken, diğer yandan ayaklarını yerden kesiyor. Beyindeki 'medial insula' bölümü aşkla aktive oluyor.
Agresif davranışlarla ilgili bu bölüm aşık kişilerde çalışıyor ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yarıyor. Aşk, duygulanım, dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi, stresin azalmasına neden oluyor.
VE GELELİM TEDAVİYE...
Sinir hücreleri arasında hedeflere uygun bağlantıları etkileyen uyarı maddelerinden sinir büyüme faktörü de (NGF) aşkın süresini biçiyor. Ellerin terlemesine ve heyecanın yükselmesine de neden olan NGF değeri tutkulu aşkın ilk zamanlarında yükseliyor. Araştırmada insanın doğası itibarıyla bu tutkuyu sürdüremediği ortaya çıkıyor ve arzunun şiddetiyle doğru orantılı artan NGF değeri en fazla 3 yıl sonra azalıyor.
Kısacası , 3 sene içinde yırttınız yırttınız yoksa geçmiş olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder