27 Kasım 2014 Perşembe

AVLANAN GÖZLER…


Merhaba sevgili okurlar,
Kuşların keskin ve net bir görüşe sahip olduğu bilinen bir gerçek.Bunların en yaygın olanı  ise şahinlerdir.Saatte 200 mil (yaklaşık 320 km) hızla dalış yapabilen bu kuşların gözleri süratli hareketleri ile uyum sağlayacak şekildedir. Bu gözler yüksek bir çözünürlük kabiliyetine ve süratli hareketlerine uyum sağlayan hızlı düzeltme yapabilme yeteneğine sahiptir. Şahinlerin görüşleri de oldukça keskindir. Bu kuşların gözlerinde milimetre kare başına bir milyon fotoreseptör bulunur. Bu bugünün video kameralarında kullanılan CCD görüntü algılayıcılarına göre çok daha yüksek bir yoğunluktur. Nitekim insanların 6 metreye kadar görme yeteneği olmasına rağmen şahinlerin görme yeteneği 48 metreye kadar varır. Yani şahinlerin insan gözüne oranla sekiz 8 kat daha fazla çözünürlüğe sahip gözleri vardır. Şahinler görüş özellikleri bakımından kartallara benzerler. Onlar da uzak mesafelerdeki avlarını rahatlıkla görürler ve hedef saptırmadan onları kolaylıkla yakalayabilirler.
Kuşlar kadar keskin ve net göremesek de biz insanlarda da muazzam bir mekanizma bulunmaktadır.Kuramsal olarak uzak bir noktasal kaynaktan gelen ışık retina üzerinde odaklandığı zaman sonsuz küçüklükte olmaktadır.Ancak gözün mercek sistemi asla kusursuz olmadığından , gözün optik sisteminin en yüksek çözünürlükte dahi böyle bir retinanın alanının 11 mikrometrelik bir çapı olur.Bu alan merkezinde en parlak haldeyken,kenarlara doğru giderek artan şekilde gölgeli hale gelir.
Retinanın görmenin en iyi olduğu merkezinde  bulunan fovea bölgesindeki koni hücrelerinin ortalama çapı 1.5 mikrometre civarındadır.Bu büyüklük ışık noktasının alanının 1/7 si kadardır.Ayrıca,ışık noktasının alanı parlak bir merkeze ve gölgeli kenarlara sahip olan kişi,retina üzerinde merkezleri 2 mikrometre kadar ayrı düşen iki noktayı ayırt edebilir.Bu mesafe, foveadaki bir koni hücresinin genişliğinden sadece biraz daha fazladır.
İnsan gözünün iki noktasal ışık kaynağını ayırt etmek için normal görme keskinliği yaklaşık olarak 25 saniyelik açıdır.Yani, iki ayrı noktadan gelerek göze çarpan ışık ışınları arasındaki açı en az 25 saniye ise ,bir nokta yerine iki nokta olarak algılanabilir.Bu durum,normal görme keskinliğine sahip bir kişinin 10 metre uzaklıktaki iki noktasal kaynağa bakarken bu noktaları birbirinden ayırt edebilmesi için noktaların 1.5 ile 2 milimetre uzaklıkta olması gerektiği anlamına gelir.
Foveanın çapı 0.5 milimetreden daha küçüktür.Buna göre, en ileri düzeyde görme keskinliği tüm görme alanının sadece 2 dereceden daha küçük bir bölgesinde gerçekleşir.Foveanın dışında görme keskinliği giderek daha da zayıflar ve perifere ulaşınca 10 kattan fazla azalır.Bunun nedeni,retinanın fovea dışındaki çevre kısımlarına gittikçe her optik sinir lifi ile giderek daha fazla sayıda koni ve basil hücresinin bağlantı yapmasıdır.
Bir kişi uzaklığı üç farklı şekilde algılar.Bilinen nesnelerin görüntülerinin retina üzerindeki boyutları,hareket eden paralaks olgusu,stereopsis olgusu.Derinlik algısı olarak da nitelenen uzaklığın belirlenmesi bu üç duruma bağlıdır.Kişi başka bir kişinin 1.83 metre boyunda olduğunu biliyorsa,bu kişinin ne kadar uzaklıkta olduğunu basitçe retina üzerindeki görüntüsünden saptayabilir.Kişi bilinçli olarak boyut hakkında düşünmez ama beyin ,nesnelerin boyutları bilindiğinde görüntü boyundan otomatik olarak hesaplamayı öğrenmiştir.
Hareket eden paralaks olgusuna göre ise,bir kişi gözleri tamamen hareketsiz olarak uzağa bakarsa hareket eden paralaks algılanmaz,ama kişi başını bir yandan diğer yana hareket ettirirse yakındaki nesnelerin görüntüleri hızla retina üzerinde hareket ederken uzaktaki nesnelerin görüntüleri neredeyse tamamen sabit kalır.Bu yöntemle,saece tek bir göz kullanılarak kişi nesnelerin göreceli uzaklıklarını söyleyebilmektedir.
Stereopsis olgusunda ise, bir göz diğerinden 5 cm daha uzakta olduğu için her bir retinadaki görüntüler birbirinden farklıdır.Yuvarlak bir cisim ile bir karenin görüntüleri gözden farklı uzaklıklarda olduğundan retinada yer değiştirmiş durumdadır.Bu mekanizma her iki göz kullanıldığı zaman var olan bir paralaks sağlar.Binoküler paralaks yakındaki nesnelerin göreceli uzaklıklarının belirlenmesi yeteneği açısından tek gözü olan insanlara göre önemli bir üstünlüktür.15-60 metrenin ötesindeki uzaklıklarda stereopsis kullanışsız hale gelmektedir.
Görüldüğü gibi insan gözü de diğer organları gibi oldukça karmaşık ve bir o kadar da muazzam bir yapıdadır.Bu muazzam yapının muhafaza edilmesi için mutlaka her sene göz muayenesinden geçilmesi gerekmektedir.Avınızı kaçırmak istemiyorsanız gözlerinize iyi bakınız.
Sağlıklı ve sağlıkla kalın






23 Kasım 2014 Pazar

BAŞINIZ HİÇ BÖYLE DÖNMEMİŞTİR!!!


Merhaba sevgili okurlar,
Tansiyon değişiklikleri,sinirlilik hali,açlık,kullandığımız ilaçların yan etkileri,sarhoşluk hali,pozisyonumuzdaki ani değişiklikler gibi birçok nedenden dolayı hemen hemen bir çoğumuz baş dönmesi yaşamışızdır.Peki ya,bir topun içinde uçurumdan aşağı yuvarlansaydınız,daha öncekilere baş dönmesi der miydiniz?
Zorbing,  1996 yılında Yeni Zelanda'da keşfedilmiş olan, kişinin büyük bir plastik topun içine bağlandığı ve ardından da dik bir yamaçtan aşağı yuvarlandığı bir ekstrem spor. Bu sporu yapanlar, düşündüğünüzün aksine, böyle bir deneyimden genellikle yara almadan çıkıyorlar.
Zorbingde, Zorb adını verdikleri şeffaf plastikten yapılmış birisi üç diğeri iki metre çapında içinde hava boşluğu olan bir topla tepeden aşağıya yuvarlanılır veya su üstünde yürümeye çalışılır. Dıştaki top ile içteki topun arasındaki boşluk darbeyi azaltıyor, böylece ortalama 30 km hızla bir tepeden yuvarlanırken bir yerinizi kırmıyorsunuz. 2000 yılında patenti alınarak Zorb adında bir şirket kuran mucitlerden Andrew Akers'e göre bu sporun Yeni Zelanda'da icat edilmesinin sebepleri şu şekilde açıklıyor, “Dünyanın her yerine çok uzağız, o yüzden eğlenceli bir şeyler bulmamız gerekiyordu. Yeni Zelanda ‘da yaralanırsanız, devlet tüm tedavi giderlerini ödemekle kalmıyor, rehabilitasyon imkanı da sağlıyor. Bu yüzden ekstrem sporlar için ideal bir ülkeyiz”.
Zorbing yapan kişi, zorb yuvarlanırken içeriden dışarıya açılan bir delikle nefes alabiliyor ve top içinde bulunan bir sürü tutunma yeri ve koşumlarla dilerse kendisini sabitleyebiliyor. Aynı zorb'un içinde en fazla üç kişi olabiliyor ama en ideali iki kişilik takımlar halinde olmak. İçeriye monte edilmiş bir kamera ile kendinizi daha sonra izleyebiliyor ve eğlenceli halinize bir kez de dışarıdan bakabiliyorsunuz.
 Aslında bu topun tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır.1970’lerden beri küçük kemirgenler için yapılmış olan sert ve plastik tek katmanlı küreler olan Hamster topları üretilmekte ve satılmaktadır.Rusça bir makalede 1973 senesinde zorba benzer bir cihazdan bahsedilmiştir. 1980'li yılların başında , tehlikeli sporlar kulübü dev bir küre oluşturmuştur. İstenildiği gibi kullanılmayınca bu cihaz, sonunda bir yığın plastik kalıntıyı ve hurdayı karşılamak için kesilmiştir. İnsan küreler 1990 yılından bu yana medyada tasvir edilmiştir.İlk  Gladyatörlerden olan Atlaspheres çelik bir bilye kullanılarak havalandırılmıştır.
1994 yılında, Dwane van der Sluis ve Andrew Akers ,Zorbu oluşturmak için bir fikir üretmiştir.Ve bu fikirle beraber önce Zorb Limited şirketini sonra bu iş modelini dünya çapında tanıtmak ve geliştirmek için  franchising sistemini kurmuşlardır.2000 yılında, Van der Sluis yazılım mühendisi olarak kariyerine geri dönmek için şirketten ayrılmış, Akers Nisan 2006 yılına kadar CEO olarak şirkette çalıştırmaya devam etmiştir.Bu zaman zarfında,Zorb Avrupa franchise operatörü Michal Stemp ve Macar master franchise operatörü Attila Csato Zorb ile ilişkilerini kesmişlerdir.Downhill Revolution adlı kendi firmalarını yaratmışlar ve insan taşıyan Spinfizz adlı topu üretmişlerdir.
2001 yılından beri Oxford İngilizce sözlükte, Zorbing ve Zorbing Concise olarak geçen bu aktivite,saydam bir topun içindeki iç kapsül içine sabitlenmiş kişinin yüksek bir yerden yuvarlanması ve döndürülmesi olarak tanımlanmaktadır.
Zorbing dünyanın birçok yerinde uygulanmaktadır İngiltere , İskoçya , Galler, Kuzey İrlanda , Yeni Zelanda ,  İsveç , Estonya ,Avustralya , Kuzey Kutbu , Kanada , Çek Cumhuriyeti , Polonya , Slovak Cumhuriyeti , İsviçre , Japonya ,Hindistan , Phuket ,Tayland ve Slovenya  sadece bazıları. Amerika Birleşik Devletlerinde Wisconsin Dells , Pigeon Forge, Tennessee (yakınındaki Büyük Smoky Dağları Ulusal Parkı ) , Amesbury, Massachusetts ve Ski Roundtop, Pensilvanyada bu oyun için özel tesisler vardır .
Elbette her spor dalında olduğu gibi Zorbingde de bazen talihsiz kazalar gerçekleşebilmekte. 1990 yılında ÇEK Cumhuriyetinde bir öğretmenin öldüğü bir öğrencisinin de ağır yaralandığı kayıtlara geçmiştir.Ocak ayında dağdan Zorb ile inen birinin kontrolden çıktığı ve kayalara çarptıktan sonra donmuş bir göl üzerinde dakikalarca sürüklenmesi sonucu ağır yaralandığı da bilinenler arasındadır.Bu nedenle de güvenlik önlemleri en üst düzeye çıkartılmıştır.
Önemli olan adrenalin için kaç kişinin dağdan aşağı kontrolsüzce yuvarlanmak isteyeceği sanırım.
Sağlıklı ve sağlıkla kalın..
 


20 Kasım 2014 Perşembe

BİR YUNAN TANRIÇASI ,VAJINISMUS …


Merhaba sevgili okurlar,
Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları, tanrıçaları ve kahramanları hakkındaki hikâyelerden oluşan sözlü edebiyatla yaratılmış ve yaygınlaşmış bir mitolojidir. Bu mitolojide öyle çok tanrı ve tanrıça var ki ; saysam bitiremem. Zeus,Hera,Perseus, Oedipus,Theseus, Sentinus, Morpheus,  Nemesis, Triptolemus,Vajinismus… Bunlar arasında sanırım en baş belası tanrıça elbette Hera’dan sonra Vajinismus olsa gerek.Kadınlara karşı beslediği nefret nedeniyle aşk yapamamaları için fiziksel ve psikolojik olarak kadınları lanetlemiştir.
Bu laneti kadınların bazılarının cinsel ilişki sırasında,vajina  girişini çevreleyen pelvis kaslarının istem dışı kasılarak cinsel birleşmede acı ve ağrıya neden olması veya bu sebeple cinsel birleşmenin hiç gerçekleşememesi şeklinde tanımlayabiliriz.Hem psikolojik hem de fiziksel bazı nedenlerle görülebilir.
Genel olarak nedeni psikolojiktir.  Genç kızlara ergenlik çağından itibaren cinselliğin ayıp, kötü ve günah olarak anlatılması, kızlık zarının öneminin abartılması ve ilk birleşmenin acı veren, kanamaya sebep olan bir deneyim olacağının öğretilmesi en büyük etkenlerdendir. Bazı durumlarda kişinin başından geçen tecavüz veya kötü cinsel deneyimler de vajinismus lanetinin sebebi olabilir. Hamile kalma, doğum veya kızlık zarının yırtılması gibi korkular da az görülmekle birlikte bu hastalığın psikolojik nedenleri arasında gösterilebilir.
·         Karşı cinsi ile birleşmekten korkma ve daha sonraki birleşmelere denemek istememe
·         Disparoni (birleşmenin ağrılı ve zor olması)
·         Cinsel birleşmenin yarım olması (vajina içerisine penisin sadece bir bölümünün girmesi)
·         Vajina içine tampon ya da pedin yerleştirilememesi
·         Vajina içerisine parmağın girmemesi
·         Jinekolojik muayenelere karşı çekingen olma
·         Tedavi amaçlıda olsa fitil benzeri ilaçları vajina içerisine sokamama tarzı belirtileri vardır.

Kişinin bu lanetten kurtulması ,tanısı kesinleştikten sonra bu konuda uzman doktor veya psikologlarca gerçekleştirilir. Nedeni psikolojik olduğu için genellikle standart bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır, tamamen kişiye özel, doktor veya uzman tarafından belirlenen terapi ve egzersizlerle yapılmaktadır. Psikolojik olmayan vakaların problemlerinde cinsel ilişkiye imkân vermeyen yapısal nedenler cerrahi işlemler ile halledilebilir. Bu sebeple vajinismus hastalığı olan kişiler jinekolog tarafından muhakkak değerlendirilmedir. Vajinismus rahatsızlığının %90 nedeni psikojeniktir. Çoğunlukla tedavilerde davranışsal ve bilişsel yaklaşım tercih edilir. Yeni tedaviler arasında zihinsel iyileşme teknikleri (E.F.T hipnoterapi) yer almaktadır. Bilişsel yaklaşım olarak kişiye genital organları hakkında bilgi verilmesi,cinsel ilişki ile açıklayıcı bilgi verilmesi yer alabilir.
GELELİM LANETİN ORTADAN KALDIRILMASINA…
Bu durumdan kurtulmak için mutlaka egzersiz yapmak gerekmektedir.Bu egzersizlerin en verimli şekilde yapılabilmesi için ortamın uygun olması gerekmektedir.Bu da çiftlerin arasındaki güven duygusuna bağlıdır.Kişi ve partneri arasındaki etkileşimin davranışları da etkilediği göz önünde bulundurulursa,bulundukları ortamın ne denli önemli olduğu da yadsınamaz.Kısacası ortamdaki tüm kaynaklar en ideal egzersizi yapmasını sağlayacak şekilde vajinismus kadını için düzenlenmiş olmalıdır.Başlıca üç egzersiz türü vardır.
1-Gerginliği ortadan kaldırma egzersizi:
Kadının bilinçli bir şekilde kasılması ve gevşemesiyle beraber hem duygularının ayrımına varabilmesi hem de kas kontrolünü öğrenmesi söz konusudur.İlk deneme için pelvik taban kasları yerine kol,bacak gibi kasları gerip gevşetmek daha kolay olacak ve diğer egzersizlere de hazırlayıcı zemin oluşturacaktır.
Örnek olarak ;  “Yere doğru uzanın ve egzersize başlamak için odaklanın. Zihninizde vücudunuzu hissedin ve rahatlayın. Vücuttaki tüm gerginliği atın. Önce ayaklara odaklanarak başlayın sonra uyruk, kalçalar, alt sırt, üst sırt, omuzlar, kollar, boyun ve en sonda başınıza odaklanın...”
2-Pelvik taban farkındalık egzersizi
Pelvik taban kasları (aşk kasları) kontrolünü sağlamanız vajinanınızın kontrolünü sağlamanız anlamına gelir.Vajinismusun sebebi de bu kaslardır.Ancak öncelikle bu kasların beynimizde ve zihnimizde farkındalığını artırmaya çalışmak gerekmekte.
Örnek olarak ; “Pelvik taban kısmını ve karın altını kasıp gevşetin.Aşk kasları vajinayı hafif açarak ve kapatarak hissedilir. Bu kasları tam anlamıyla rahatlatabilmek için derin karın solunumu yapmakta önemli bir faktördür.’’
3-Vajinal giriş genişletme egzersizleri
Bu son egzersizde vajina dışarıdan bir cisme hazırlanır. Çeşitli büyüklüklerde parmaklar, vajinal dilatörler veya vibratörler kullanarak yapılır. İşaret parmağıyla veya küçük dilatör ile başlanıp çift parmağa veya penise benzer bir büyüklükteki dilatör ile egzersizlere son verilir. Bu egzersiz kadının penetrasyona hazırlanmasını sağlar. Ayrıca, ağrısız ve acısız bir cinsel birleşme yaşayabileceği fikrinin zihninde oluşmasını sağlamaktadır. Böylece kadın cinsel birliktelikten zevk almaya odaklanır ve zevk alır. Parmak egzersizleri veya vajinal dilatörler, pelvik taban kaslarının yeniden eğitilmesinde yardımcı olur. 
Unutulmaması gereken, cinselliğin  tamamen beyinle ilgili bir süreç olduğudur. Cinsel organlar denildiğinde akla penis ve vajina gelir ve toplumda cinselliğin penis-vajina birleşmesinden ibaret olduğuna dair yaygın bir yanlış inanış vardır. Oysa ki ;en büyük cinsel organımız beyindir, çünkü cinsellikten alınan haz tamamen duygularımız ve düşüncelerimizle bağlantılıdır. Eğer kişinin cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşünceleri varsa, cinsel ilişkiden haz alması da zordur. Tanrıça da olsa Vajinismus’u yenebilirsiniz.Her şey beyninizde bitiyor.

Sağlıklı ve sağlıkla kalın.

16 Kasım 2014 Pazar

AMİRAL BATTI…



Merhaba sevgili okurlar,

Binlerce yıldır, insanlar denizlerin altına inmeyi ve derinlikleri keşfetmeyi arzu etmiştir.Bu yüzden yapılan keşiflerden bir de denizaltılardır.Bu metal devlerin tarihi çok eski zamanlara dayanmaktadır.Bilinen tarihe göre denizlerin gizleyici özelliğinden yararlanılarak deniz gemilerinin bir güç olarak kullanılması fikri Büyük İskender’e aittir.Aristotelesin,İskender’in Tyre şehrinin alınmasında 7 ay gibi bir süre fıçı şeklindeki su altı silahlarından yararlandığını belirtmiştir.1465 yılında ise Kyeser Nemi Gölü’nde birer saat timsah şeklindeki bir tekne ile su altında kalmıştır.Ama ilk denizaltı modeli çizimi Leonardo Da vinci ‘ye aittir.
Dev metallerin dizaynı ise William Bourne tarafından 1580’de yapılmıştır. Çok basit de olsa Cornelius Von Drebnel ilk olarak denizaltıyı tatbik sahasına koymuştur. Drabnel, 1620 yılında küçük üstü kapalı bir tekne yaparak, nehrin 4-5  metre  derinliğinde , yürütmeyi başarmıştır
1653 yılında Fransuva de Son adında bir Fransız’ın aynı biçimde bir tekne ile yaptığı başarılı denemelerden sonra, 1720 yılında Simons adında bir İngiliz daha geliştirilmiş bir tekne kullanmıştır. Aynı yıllarda Türk mühendisleri de İstanbul’da padişah Üçüncü Ahmed’in huzurunda bir çeşit denizaltı denemesi yapmışlar ve başarılı olmuşlardır. 1776 yılında David Busnell adında bir Amerikalı, kaplumbağa adını verdiği yumurta biçiminde biri yatay biri dikey olmak üzere iki pervaneli, pervaneleri içeriden elle döndürülen bir tek kişilik denizaltısıyla denemeler yapmıştır. Nihayet buharlı gemiler üzerinde yıllarca çalışmış olan Fultan Naytilus, kendi adını verdiği, gerektiğinde suya dalabilen bir buharlı denizaltı yaparak Fransız İmparatoru Birinci Napolyon’a armağan etmiştir.
İlk defa 1887’de İspanyol J. Peral batarya ile çalışan bir savaş denizaltısını yaptı. Bunu 1888’de Fransız Zede izledi. 1902’de ise Almanlar en başarılı denizaltıyı yaptılar.Ancak bu devasa ve taktik anlamda stratejik olarak kullanılabilen yapıları kullanmak o kadar da kolay değil.Bu işin zorluğunu anlayabilmek için bu metal devleri biraz tanımak gerektiğini düşünüyorum.
Denizaltıda dikey ve yatay olmak üzere iki hareket vardır. Dikey hareket; dalma ve çıkma olarak tarif edilir. Dalmak için denizaltı basınca dayanıklı sarnıçlarına su alır. Ağırlaşan denizaltı dalışa geçer. Satha tekrar çıkabilmek için alınan su dışarı atılır. Bazı denizaltılarda ise mukavim tekne dışında yer alan mukavim olmayan dalma sarnıçları vardır. Denizaltılara yatay hareketi ise pervane motoru sağlar. Ayrıca yatay ve dikey hareket, ufki ve amudi dümenlerle yönlendirilir. Modern denizaltılarda dalışı hızlandıran gemi baş tarafında yer alan burgu ufki dümenler mevcuttur.
Ana mukavim tekne, denizaltının dalabileceği umku (derinliği) tayin eder. Mukavemet denizaltı teknesinin şekli ile de ilgilidir. Daire kesitli sigara biçimindeki denizaltı basınca dayanıklıdır. Ceviz gibi küre denizaltı daha mukavim olup, çok derine dalabilir, ancak hidrodinamik yapı silindirik şekli ön plana geçirmiştir. Ayrıca denizaltıda mümkün mertebe az delik olmalıdır. Buna rağmen Periskop, Anten, Şnorkel, Çıkış kaportası, Torpito kapakları gibi birçok delik vardır. Bu delikler su sızdırmaz bir şekilde kapatılır.
Mukavim tekne dışında kule ve dalma sarnıçları vardır. Dalma sarnıçları bazen geminin başında ve kıçında; bazen da bütün bünyeyi yorgan gibi sararcasına yer almıştır. Her dalma sarnıcında iki delik vardır. Bir delik altta olup, dalışta su bu delikten girer. Diğer delik yukarıda olup, dalış yapılacağı vakit açılarak sarnıçtaki havanın kaçmasına yarar. Boşalan hava yerine su dolunca, denizaltı dalışa geçer. Tekrar su üstüne yükselebilmek için yukardaki delikten sarnıca bu defa hava üflenir. Basınçlı hava sarnıçtaki suyu alt delikten dışarı atınca, denizaltı yukarı çıkar.
Denizaltının dalışı gemi pervanesine yol vererek, dümenler kullanarak hızlandırılır. Geminin su altında dengeli olarak durabilmesi için gemi içinde ayrıca suyu birbirine nakleden tirim (denge) sarnıçları vardır. Geminin aşağı yukarı hareketini hassas olarak ayarlayan bir de nazm (telafi) sarnıçları vardır.

Oldukça komplike bir yapıya sahip bu devleri kullanan kişiler de belli fizyolojik sıkıntılar yaşayabilmektedir.Örneğin;atom denizaltılarda radyasyon tehlikesi bulunmaktadır.Ancak uygun bir korunma ile birlikte deniz altına dalan mürettebatın almış olduğu radyasyon miktarı deniz yüzeyinde kozmik ışınlardan alınan radyasyondan daha az bir düzeyde tutulur.
Ayrıca zehirli gazlar ara sıra denizaltı atmosferine geçer ve derhal kontrol altına alınması gerekir.Denizaltı ile haftalarca deniz altında kalma esnasında mürettebat tarafından sigara içilmesi,eğer havadan uzaklaştırılmazsa,karbonmonoksit zehirlenmesine neden olacak kadar karbonmonoksit serbestleşmesine yol açar.Bazen de soğutucu sistemlerdeki tüplerden sızan freon gazı toksisiteye yol açacak miktara ulaşabilir.
Elbette, denizaltından kaçma esnasında yaşanabilecek sağlık sorunlarına da değinmek gerekir.Özel tipte herhangi bir aygıt kullanmadan 90 m kadar derinlikten kurtulmak mümkündür.Bununla birlikte,teorik olarak uygun solunum aygıtı,özellikle helyum kullanıldığında 180 m ya da daha fazla derinlikten kurtulmak mümkündür.
Kurtulmada en önemli sorunlardan biri hava embolizminin önlenmesidir.Kişi yukarı çıkarken,akciğerlerdeki gazların genişlemesi ve bazen pulmoner bir damarın yırtılması gazların vasküler bir sisteme geçmesine neden olur ve dolaşımda hava embolisine yol açar.Bu nedenle,kişi yukarı çıkarken sürekli olarak ekpirasyon yapmak için özel bir efor sarfetmelidir.
Derin mavilerde Amiral battı oynamayı düşünmeden önce tam kapsamlı bir sağlık kontrolünden geçmenizi ve kurallara uymanızı tavsiye ediyorum.Derin mavi tutkunu  herkese sevgiler…
Sağlıklı ve sağlıkla kalın



13 Kasım 2014 Perşembe

DÜNYANIN EN ŞANSLI KADINLARI..


Merhaba sevgili okurlar,

Çoğumuz Finlandiya’yı Avrupa’nın kuzeyinde, İskandinav ülkelerinden biri olarak görüyoruz, uzaktan öyle gibi gözükse de, aslında Finlandiya ile Türkiye bir anlamda kader arkadaşı.Türkiye nasıl Avrupa ile Ortadoğu arasına sıkışmışsa, Finlandiya da Rus ve İskandinav kültürlerinin arasında kalmış.
Finlandiya’nın Rusya ile 1269 km, Norveç ile 727 km, İsveç ile de 586 km ortak sınırı var. Finlandiya’nın en doğusunda bulunan Joensuu şehri ile İstanbul neredeyse aynı boylamda. Sonuç olarak, Avrupa’dan çok Orta Asya’ya yakın olan Finlandiya çoğu kişi tarafından İskandinav ülkesi olarak değil Baltık ülkesi olarak sınıflandırılıyor. Ülkenin diğer isimlerine gelince: Baltık Kızı, Bataklıklar Ülkesi, Göller Ülkesi …
Çok turistik olmadığı için Finlandiya aslında çoğu insanın pek tanımadığı bir ülke. Finlandiya deyince insanın aklına ilk soğuk geliyor, daha sonra ren geyikleri ve Noel Baba, saunalar, sarışın güzel kızlar son olarak da ,Eurovision şarkı yarışmalarında garip dille söylenen başarısız şarkılar ekleniyor akla gelenlere…
Peki ya Finliler…Bir Finli neye benzer? Finli, genelde uzun boylu, ince ve sarışın oluyor. Finlilerin inanılmaz güzel ciltleri var, şeffaf, pürüzsüz ve parlak, sanki hepsi yeni banyodan çıkmış gibiler açıkçası.Ayrıca, Finliler siyah saça çok meraklılar, bizde nasıl herkes saçını sarıya boyatıyorsa burada da herkes, erkekler dahil, siyaha boyatıyor. Bir de gençler arasında saçlarını Afrikalılar gibi ördürtüp etnik bir görüntü sergileyenlerin sayısı çok.Kıskandınız mı? Daha bitmedi.
Finlandiya’da küçük el ve ayaklı kadın bulmak oldukça  zor.Bu konuda erkekler çok şanslı, eğer beğeniyorlarsa kadın reyonlarından, ayakkabı veya kıyafet alabilirler. Vitrinlerde kadın ayakkabı modelleri 40 numara ve bu numaralar 43-44′e kadar gidiyor.
Merakla beklediğinizi ve içinizden sorduğunuzu biliyorum ‘’Ee,sağlık bunun neresinde,ne anlatıyor Elif Hanım böyle?’’ diye.Hemen başlıyorum anlatmaya o halde.Bu büyük elli, büyük ayaklı ,iri ırka ait müthiş bir spor dalı dünyanın en ilginç sporları arasında yer alıyor.’’ Eş taşıma yarışmaları ’’ nın tarihi oldukça eskiye dayanıyor.’’Eş taşıma da nedir Elif Hanım ?’’dediğinizi duyar gibiyim.Biz zaten yıllardır kendilerini ve dırdırlarını çekiyoruz,daha neyini taşıyalım demeyin,biraz örnek alın.Bakın elin Finlisi karısını aldığı gibi sırtına koşuyor,bana mısın demiyor.

Bu  yarışmada yarışmacılar çift olarak yarışıyor ve engelli bir parkuru bitiriyor.Tarihi 19.yy.a dayanan yarışma Finlandiya için resmi bir spor dalı.Bir rivayete göre yarışma, komşu köyden kız kaçırma geleneğinden ortaya çıkmış.Başka bir rivayete göre de; Risvo-Ronkainen adlı bir çete liderinin çete üyelerini seçerken zorlu bir parkuru sırtlarında ağır yüklerle adaylara taşıtmasından esinlenilmiştir.
Herkes eşini istediği gibi taşıyabilir ama bazı teknikler işi kolaylaştırmaktadır.En popüler taşıma stili Estonya stili taşımadır.Bu stil adını son 11 yılın şampiyonu Estonya’dan almıştır.Bu stilde kadın bacaklarını erkeğin boynuna dolar ve baş aşağı,yüzü erkeğin sırtına dönük olacak şekilde asılır.Kollarını da erkeğin göğsünde kitleyerek kilosunu mümkün olan en eşit şekilde dağıtmaya çalışır.Bu stil Estonya’ya 55.5 saniyelik eş taşıma rekoru getirmiştir.
Bir gün siz de işi gücü bırakıp, bu garip spora merak salarsanız,size önerim, kendi bel sağlığınız için ,kadınlarınızı zayıflatmanız.Yoksa her türlü omurga problemiyle hastanede görüşebiliriz. Sevgiler…
Sağlıklı ve sağlıkla kalın