24 Ocak 2016 Pazar

SAĞLIKLI KALMAK İÇİN BİR ÖPÜCÜK YETER !!!

Merhaba sevgili okurlar,

Etkileyici diyalogları,muhteşem oyuncu kadrosu ve konusu ile romantik dramda yüzyılın zirve filmi denilebilir.Yapım öyküsü de ilginç olan düşük bütçeli film ‘’tekrar çal Sam ‘’ repliği ile post modern – kült filmler arasına girmiştir.Senaryosu defalarca yazılan ve farklı sonlar hazırlanan filmin senaryosuna büyük bir mebla ödenmişti. Hatta Bergman'ın hangi erkeği seçeceğini filmin sonuna kadar bilmeyişi ve yönetmenin “Her ikisiyle de kalacakmış gibi oyna” denildiği biliniyor. Pek çokları aşk filmi sansa da , bu sadece bir ayrıntı.Tabii büyük bir ayrıntı.
Biraz da konusundan bahsedelim. “İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla tutsak Avrupa’daki gözler, umutla veya umutsuzlukla Amerika kıtasındaki özgürlüklere çevrilmişti. Lizbon, Amerika’ya gitmek için bir hareket noktası haline geldi. Ama Lizbon’a ulaşmak o kadar kolay değildi. Göçmen kafileleri zorluklar içinde, dolambaçlı yollardan ilerliyorlardı. Paris’ten Marsilya’ya, Akdeniz’den Oran’a, oradan da trenle, arabayla ya da yaya olarak Fas’ın Casablanca şehrine… Burada talihli olanlar, para, ısrar ya da şansları sayesinde çıkış izni alıp, Lizbon’a koşuyorlardı. Ve Lizbon’dan da ver elini Yeni Dünya… Kalanlar ise, Casablanca’da bekliyorlardı…”
Casablanca’da bekleyen bu kalabalığın içinde biri vardı ki, -çoğu erkeğin sırf onun karizmasına sahip olmak uğruna sigaraya başladığını, ancak bir karton sigarayı aynı anda yakıp baca misali tütseler bile aynı etkileyiciliğe asla erişemeyeceklerini düşünüyorum- burada herkesin sahip olamayacağı bir çevreye ve saygınlığa sahipti. Rick Blaine (Humphrey Bogart), işletmekte olduğu Rick’s Café Americain’de kendine dönük çıkarları ve hedefleri olan, günü geçirmeyi odak noktası haline getirmiş bir hayat yaşamaktaydı. Kimse için kendini riske atmazdı, tarafsızdı. Yaptığı iyilikleri, geçmişini konuşmazdı. Has adamdı. Yakışıklıydı.
Rick Blaine’in bütün o vakur duruşu, bir gün Ilsa Lund’ın (Ingrid Bergman), “dünyanın bütün ülkelerinin bütün şehirlerindeki bütün barların içinde” gire gire Rick’s Café Amercain’e girmesiyle yerle bir oldu. Paris Almanlar tarafından işgal edilmeden önce hayatının en güzel günlerini birlikte geçirdiği kadın, işgal gününde Alman askerlerinin gri üniformalarına karşın maviler giyen kadın, geçmişi hakkında hiç soru sormadığı kadın, yanında başka bir adamla çıkagelmişti çünkü…
Ilsa’nın yanındaki adam, Victor Laszlo (Paul Henreid), tüm Avrupa’da fikirleri ve örgütsel faaliyetleriyle nam salmış, ismiyle müsemma bir şahsiyetti. Yandaşları hatta yoldaşlarıyla büyük bir gizlilik içinde, şifreler ve sembollerle iletişime geçmekteydi. Mücadeleci, cesur ve firariydi… Ve gelgelelim Ilsa Lund’un kocası olmak şerefine de naildi.
Ilsa ve Rick ayrı zamanlarda Sam’in “hüzünlü” piyanosundan As Time Goes By’ı dinleyip bedbaht oladursunlar, tüm film boyunca rengini asla belli etmeyen ‘Captain’ Louis Renault ve Nazi Binbaşı Strasser çoktan Rick’in elinden bulundurduğu gizli belgelerin peşine düşmüştü. Bu belgeler Ilsa ve Victor’ın Casablanca’dan kaçmasını sağlayabilirdi. Ilsa, kocası ve kendisi için Rick’e yalvarmaya, hatta onu silahla tehdit etmeye hazırdı. Ve filmin sonunda Rick Blaine tarafsızlığını bozarak, bu belgeleri sevdiği kadını ve onun kocasını Lizbon’a göndermek için kullanacaktı. Ilsa “eğlenilecek adam”ı anılarda bırakıp, “evlenilecek adam”la birlikte yola devam edecekti. Rick’in kısa bir süreliğine kokladığı çiçeğin kokusu burnunda kalacaktı. Blaine’in bu asil davranışından çok etkilenen Vichy Hükümeti yandaşı Renault ise elindeki “Vichy Water” şişesini çöpe savuracak, Nazi binbaşıyı öldürmek suçundan Rick’in paçasını kurtarmasıyla da aralarında bir “arkadaşlık” başlayacaktı.
Lizbon uçağı karanlık gökyüzüne doğru havalanırken, film izleyicisinin yüzünde buruk bir tebessüm bırakacak, çekilmesinden 69 yıl sonra bile “efsane” olarak hatırlanacaktı…
Ve Paris her zaman Ilsa ve Rick’in olacaktı…
Çoğumuzun hafızasına kazıdığı 'Casablanca’ filminde piyanist Sam’in söylediği “As time goes by” isimli şarkıda şöyle bir söz var:

“Bir öpücük, yalnızca bir öpücüktür/Zaman geçip giderken.”
Yüzyılın belki de en önemli aşk filmine yakışmayan bir yanlış tespit.
London Universty College’den plastik cerrah Gus McGrouther, âşıklar arasındaki bir öpücüğün sadece basit bir öpücük olmadığını tespit etmiş.
Bir öpüşme sırasında tam olarak nelerin meydana geldiğini tespit edebilmek için lazer tarayıcıları, elektrotlar kullanarak ciddi bir araştırma yapılmış.
 
Elektrikle ilgili ölçümler aşk dolu bir öpücükte 34 yüz kasının tümünün olaya karıştığını ortaya koymuş.
Bu kasların hareketleri, yüz sinir nükleusları olarak isimlendirilen ve beynin belli bir kısmından gönderilen elektrokimyasal sinyallerle kontrol ediliyor.
Dudaklardaki aşırı duyarlı sinir uçları, beynin korteksinde zevk duyguları yaratan ve tutkuyu arttıran daha büyük bir alana bu sinyalleri geri gönderiyorlar.
 
Sonra feromonlar ve bağlayıcı kimyasallar işin içine giriyor ve böylece çiftlerin birbirlerine karşı hissettikleri aşk artıyor.
Son derece doğal ve eğlendirici bir oyun olarak gördüğümüz küçük bir öpücük bir anda yaşamın tüm değerini ortaya çıkaran bir eyleme dönüşüveriyor.
 
Gördüğünüz gibi yaşamdan zevk almak aslına bakarsanız o kadar zor ve bin bir türlü şartın bir araya gelmesini gerektiren bir şey değil.
Sağlıklı olmak, yediğinizin içtiğinizin tadına varabilmek ve âşık olmak yeterli.

Sağlıklı ve sağlıkla kalın…

YANLIŞ EGZERSİZ KOMPARTMAN SENDROMUNA NEDEN OLUYOR !!!

Merhaba sevgili okurlar,

Kompartman sendromu, sınırlı bir alan içerisin­de artmış doku basıncından kaynaklanan ve bu alanda yer alan yapıların, dolaşım ve fonksiyonla­rının bozulmasına sebep olan semptomlar kompleksidir. En sık, ön kol volar yüz ile alt ekstremitenin anterior ve derin posterior kompartmanlarma ait bir tablo olmasına rağmen, vücutta, iskelet kası­nın fasya ile çevrili olduğu her yerde gözlenebilir. 
İskemiye bağlı olarak, iki ila dördüncü saatte kasta fonksiyonel değişiklikler belirirken, üçüncü saatte kapiller endotelde %30-60 arasında şişme gözlendi­ği bildirilmiştir. İskeminin 30. dakikasında parestezi, hipoestezi gelişir, ancak sinir fonksiyonlarının geri dönüşümsüz kaybı on iki ila yirmi dört saatten önce beklenmez. 

BULGULAR

Aşırı kullanıma bağlı gelişen kompartman sendromunda basınç artışı ve buna bağlı gelişen ağrı sadece egzersiz esnasında ortaya çıkar. Egzersizin sonlandırılması ile ağrı kesilir. Tutulan kompartmandaki basınç normal kişilere göre daha yavaş azalır. Ayakbileği dorsifleksiyonunda kasta güçsüzlük ve uyuşukluk, hissizlik görülür. Klinik şikayetlerin varlığında kronik kompartman sendromunda tanı kompartman basıncı ölçümüyle konulabilir. Egzersiz öncesi basınç 15 mmHg£, egzersiz sonrası 1. dakikada 30 mmHg£ veya egzersiz sonrası 5. dakikada 20 mmHg£ ise kronik kompartman sendromu olduğu söylenebilir. Kronik kompartman sendromu %50-60 bilateraldir. 
Kompartman içerisinde kanamayla birlikte yumuşak doku yaralanmasına neden olan dış etkenler, kompartman içerisinde kanamaya neden olan kas yırtılmaları, aşırı kullanım, sert yüzeylerde yapılan antrenmanlar ve kas hipertrofileri sonucu oluşurlar. 
Kompartman sendromu görülen sporcularda yük karşısında artan ve ilerleyen dönemlerinde kas faaliyetinin devamını olanaksız kılan ağrı mevcuttur. Ağrı kısa bir süre istirahat edildiğinde geçer, fakat aktiviteye başlandığında tekrar ortaya çıkar. Ayak parmaklarında uyuşma, ayakta dermansızlık hissi, ayak bileğinin dorsiflexionunda, plantarflexionunda, eversion ve inversionunda ağrı nedeniyle kısıtlılık vardır. Tutulan kompartman tarafında şişlik ve hassasiyet mevcuttur. Tutulan kompartmandaki kas fonksiyonlarında kısıtlılık vardır. Ayak parmaklarının pasif hareketlerinde ağrı mevcuttur. 


TANI

Tanı ve tedavi gecikmelerinde ciddi sonuçları olan ve tanısı oldukça zor bir sendromdur. Basit kırıklardan yüksek enerjili yaralanmalara kadar değişen kas iskelet sistemi travmaları en sık etiyolojik faktörlerdir. Krus ve önkol en sık etkilenen anatomik lokalizasyonlardır. Erken tanı iyi sonuç elde edilebilmesi için gereklidir ve bunun için yüksek bir şüphe düzeyi gereklidir. Kompartman basınç ölçümü ve takibi özellikle koopere olmayan, bilinci kapalı veya sedasyon altında olan hastalarda tanıda faydalı bir yardımcıdır. Her ne kadar fasyotomi için endikasyon olarak kabul edilen kesin kompartman içi basınç konusunda mutlak bir görüş birliği olmamakla beraber, genel olarak delta basıncının 30 mmHg üzerinde olması kompartman gevşetmesi için endikasyon olarak kabul edilmektedir. Erken tanı ve tedavi geri dönüşü olmayan fonksiyonel kayıpları ve bununla ilişkili medikolegal sorunların önlenmesi için en önemli faktörlerdir.

TEDAVİ YÖNTEMLERİ

  • kası esnetmek için fizik tedavi
  • ayakkabı insertleri (ortotikler)
  • anti-inflamatuar ilaçlar
  • egzersizin yapıldığı yüzey tipini değiştirme
  • egzersiz rutinin bir parçası olarak düşük impakt aktiviteler yapma
  • Cerrahi
Öncelikle yapılması gereken kompartmana dışardan olan basıyı azaltmaktır.Bunu sağlamak için alçı ve dairevi salgılar rahatlatılır.Alçının çıkarılması kırık redüksiyonunu bozabilir ancak unutulmamalıdır ki redüksiyon tekrar sağlanabilirken dolaşım yetersizliği sonucu oluşabilecek geri dönüşümsüz durumlar ortaya çıkabilir.Alçıdan şerit çıkartmak ya da kapak açmak genelde yetersiz olurken alçının yarısının veya tamamının altındaki pamukla birlikte çıkarılması gerekir. İkinci olarak lokal arteriyel basıncı korumak gerekir.Bunun için de hastayı sistemik hipotansiyondan korumak gerekir. vazodilatator ajanlardan ve sempatik blokajdan faydalanılabileceği belirtilse de çoğu zaman kullanılmayan yöntemlerdir.Lokal dolaşımı bozan bir diğer etken de ekstremitenin aşırı elevasyonudur,ekstremite kalp seviyesinde tutulmalı ve buz uygulanmalıdır.Böylece kas metabolizması yaşlatılarak iskemiye direnci arttırılmaya çalışılır. Zamanında tedavi edilmezse kaslarda nekroz, fibrozis ve geri dönüşümsüz kontraktürler gelişir (Volkmann’ın iskemik kontraktürü). Bası çok erken dönemde ortadan kaldırılırsa basınç altındaki kas, damar ve sinirler giderek normale döner, yani değişiklikler geri dönüşlüdür.

ÖNLEMLER

Damarlara yakın kırıklarda özellikle dirsek ve ön kol travmalarında kanama, ödem ve kırık uçlarının zedeleyici etkisi sonucu doku basıncı artabilir ve bu artış iskemi, nekrozla sonuçlanabilir. Bu nedenle kırıklar acilen ve kusuruz olarak redükte edilmeli ve rahat pozisyonda tespit edilmelidir. Şişmesi öngörülen travmalarda dairevi alçıdan kaçınılmalı;kırık redükte edilemiyorsa iskelet traksiyonuna alınmalıdır. Hospitalize edilmeyen hastalar dolaşım kontrolü yönünden bilgilendirilmeli ağrı, uyuşukluk durumlarında alçıları gevşetilmeli ya da çıkartılmalıdır.Wiger ve arkadaşları 1998 de yaptıkları bir çalışmada kalp seviyesinden 32 cm yukarı kaldırılan ekstremitelerde doku basıncının düştüğünü ancak doku perfüzyonun da bozulduğunu ve duyu kaybı olduğunu bu nedenle alçılı ekstremitelerin kalp seviyesinde tutulmaları gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Sağlıklı ve sağlıkla kalın


DİZ KİREÇLENMESİNDE TEDAVİDE YAPILAN YANLIŞLARA DİKKAT !!!

Merhaba sevgili okurlar,

Gonartroz, diz ekleminde meydana gelen kıkırdak kaybıdır. Halk arasında daha çok kireçlenme olarak adlandırılır. Ancak halk arasında bilindiği gibi bir birikme değil, aksine kıkırdak kaybı söz konusudur.
Artroz, eklem anlamında’’ artro’’ ve hastalık anlamında ‘’oz ‘’kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş Türkçe karşılığı eklem hastalığıdır. Gonartroz, dizde meydana gelen eklem hastalığıdır. Bu hastalık kalça ekleminde meydana gelirse koksartroz, omurga eklemlerinde ise spondilartroz olarak isimlendirilir.
Diz vücudun en fazla ağırlık taşıyan ve dolayısıyla kireçlenmeden en fazla etkilenen eklemlerinden biridir. Diz ekleminde üç adet kemiğin eklem yüzeyi vardır. Femur (baldır kemiği), tibia (kaval kemiği) ve patella (diz kapağı kemiği). Tibia femurla, femur patella ile eklem yapar. Tibia ve femur arasında iç ve dış eklemler vardır. Kireçlenme daha çok iç femorotibial eklemlerden başlar ve diğer eklemleri etkiler. Ancak genellikle dizdeki üç eklem birlikte etkilenir.
NEDENLERİ

 Diz kireçlenmesinin başlıca nedenlerini sıralayacak olursak, ileri yaş, önceki eklem içi kırıkları gibi diz yaralanmaları, tekrarlayan diz travmaları, geçirilmiş ön çapraz bağ yırtıkları, menisküs yırtıkları, kıkırdak yaralnmaları dizin mekaniğini bozup aşınmayı arttıran yönde etki ediyorsa, osteokondritis dissekans ve diğer diz kıkırdak sorunları, eklem içi serbest kıkırdak parçaları, Romatoid artrit, gut hastalığı gibi emflamatuvar hastalıklar, geçirilmiş diz septik artritleri ve enfeksiyonlar,aşırı kilolu olmak diz ekleminde kireçlenmeye, osteoartrite neden olmaktadır.


BULGULAR
Ağrı: Eklem kıkırdağı kaybı ile eklem yapısının bozulmaya başlaması, stabilitesini kaybetmesi, osteofit oluşumu, sinir sonlanmaları açısından zengin tendon, bağ ve kapsül gibi yapıların kronik zorlanmasına neden olur. Sonuçta fonksiyonla ağrı ortaya çıkar (Tandoğan ve ark., 2003). Genellikle eklem aktivitesinden hemen sonra ortaya çıkar. Tipik olarak hareketle artan, dinlenmekle azalan bir ağrıdır (Sarıdoğan, 2003). Hastalığın ileri evrelerinde ağrı istirahatle geçmez ve olguların % 30’unda gece ağrısı da tanımlanmaya başlanır. Ağrıya eklem duyarlılığı da eşlik eder. Bazı hastalar gece uyurken dizlerinin temasından, özellikle yan yatarken üst üste değmesinden çok rahatsız olduklarını ifade ederler. Ağrı diz çevresinde lokalize kalabileceği gibi uyluk-kalça, bacak-ayak bileğine doğru da yayılabilir (Tandoğan ve ark., 2003).
Hareket Kısıtlılığı: Hareket kısıtlılığında birçok faktör rol oynar. Bunlar arasında, ağrı, osteofit oluşumu, kontraktürler, kas atrofisi ve koruyucu kas spazmı en belirgin nedenlerdir.Diz ekleminde ekstansiyon kaybı en erken bulgulardan biridir. Ağrı, quadriseps atrofisi ve hamstring spazmı nedeniyledir. Erken fark edilmesi durumunda ciddi bir rehabilitasyonla özellikle patello-femoral eklem kökenli ağrının giderilmesi sağlanır. Bu semptomatik iyilik hastada önemli bir iyimserlik oluşturur. Ancak ileri evrelerde aktif-pasif ekstansiyon eksikliği osteofit oluşumu nedeniyledir. Eklemin hareket genişliği dikkatle değerlendirilmelidir. Özellikle gonartroz nedeniyle yapılan total diz artroplastisi sonrası elde edilecek eklem hareketi genişliği ile ameliyat öncesi eklem hareket genişliği arasında yakın bağıntı vardır (Davis ve ark., 1998).


Krepitasyon: Eklem kenarında osteofitler palpe edilebilir ve genelde ağrılıdır. Diğer yandan osteoartritli eklemin hareketi sırasında sıklıkla kaba krepitasyon duyulur. Bu seslerin nedeni eklem yüzeyindeki kabalaşmanın ve kenarlardaki kemiksi çıkıntıların eklem yüzleri arasındaki yumuşak hareketi bozması ile ilişkilidir (Sarıdoğan, 2003).

İnstabilite ve Atrofi: Patello-femoral eklemde kuadriseps atrofisi, tibio-femoral eklemde de gelişen varum-valgum deformiteleri sonucu, zaman içinde ön çapraz bağda önce uzama ve yetersizlik gelişir. Artrozun ileri evresinde çoğu zaman ön çapraz bağ kaybolmuştur. Zaman zaman hasta bunu emniyetsizlik hissi ve boşalma olarak algılar. Zorlama testleri ile de instabilite ortaya konabilir. Kas atrofisi, belirgin ve birincil olarak quadricepste gelişir. Ancak buna ikincil olarak bacak (gastrosoleus) kaslarının atrofisi de eşlik eder (Tandoğan ve ark., 2003).
TEDAVİDE YAPILAN YANLIŞLAR
* Hastalığın her evresinde aynı tedavinin uygulanması,
* Tüm tedavilerin NSAİ'den oluşturulması,
* Yürümeyi tek egzersiz tedavisi şeklinde görme,
* Ergonomik düzenlemeleri göz ardı etme.
FİZİK TEDAVİ
Diz osteoartrozu tedavisinde egzersiz ve fizik tedavi uygulamalarının önemli bir yeri vardır. Bunun  başlıca nedenleri, diğer tedavi seçeneklerinin büyük ölçüde semptomatik yaklaşım içermesi, cerrahi yöntemlerin ise geç dönem olgularda endike olmasıdır. Bununla birlikte hastanın fonksiyonel sorunları ve ağrı ön plandadır. Bu alanlarda hasta eğitimini de kapsayan fizik tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri yan etkisi oldukça az olan etkin tedavi olanakları sunmaktadır.
            Genellikle diz osteoartritli hastaların hekime başvurduğu dönem, ağrı ve enflamasyonun arttığı 'aktive gonartroz' olarak da tanımlanabilen akut sinovitin olduğu dönemdir. Bu tür bir klinik tabloda ilk hedef enflamasyonun ve ağrının azaltılması olduğuna göre; eklem üzerine binen yükün en aza indirilmesiyle sağlanan “dinlenme” ilk önlemdir. Hastaya ağrı sınırına varmayacak kadar hareketin serbest olduğu, vücut yükünün diz üzerinde arttığı zorlanmalardan kaçınılması gerektiği bilgisi net olarak verilmelidir (Merdiven inip çıkma, yerde oturma, yere çömelmeyi gerektiren aktivilerden kaçınması gibi). Bu dönemde analjezik ve antienflamatuvar etkisi net olarak kanıtlanmış olan soğuk uygulamalarına (kriyoterapi) başlanabilir Yine bu dönemde analjezi amacı ile alçak frekanslı akımlardan yararlanılabilir. Yoğun egzersiz programlarından kaçınılan bu dönemde izometrik egzersizler verilmelidir. Çünkü dizde kısa bir süre içerisinde immobiliteye bağlı olarak gelişen kuadriseps kasındaki atrofi, eklem dejenerasyonunu hızlandırmaktadır.
Enflamasyon aktivitesinin ve ağrının azalması ile pasif yöntemlerden aktif uygulamalara geçilerek, hastanın ağrı sınırını geçmeyecek ölçüde yürüyüş vb. aktivitelere izin verilebilir. Soğuk uygulamaların sürdürülebileceği bu dönemde, geleneksel olarak sıcak uygulamalara da başvurulabilir. Bu kapsamda; güneş banyosu, kaplıca suyu gibi uygulamalardan, yüzeyel ısıtıcı kızıl ötesi ışınlarına, daha derin dokulara etkili ultrason, mikrodalga ve kısa dalga diatermiye kadar yöntemler kullanılabilir. Bu dönemde de analjezik amaçlı fizik tedavi akımlarından da yararlanılabilir. Diz osteoartrozunun her döneminde tedavinin merkezini egzersiz tedavisinin oluşturmaktadır. Aktif ve pasif olarak uygulanabilen egzersiz programları ile kasların güçlendirilmesi, koordinasyon yetisinin yeniden geliştirilmesi, azalmış ya da kaybolmuş eklem hareketinin arttırılması, yürüyüş paterninin düzeltilerek hastanın işlevsel bağımsızlılığını artırmak amaçlanır. Diz eklemine yük bindirmeyen, dolayısı ile travma oluşturmayan yüzme ve havuz egzersizleri gibi, aerobik egzersizler kondisyonu artırmada ve kilo vermede yardımcıdır.
            Ortezler ve yardımcı cihazlar: Ekleme binen yükü azaltmak amacı ile karşı ele baston verilebilir. Ayakkabı ve tabanlık düzenlemeleri, şok absorban ayakkabı kullanımları ve dizlikler gerekli kalitenin sağlanması koşulu ile etkili sonuçlar verebilir.
Sağlıklı ve sağlıkla kalın








FİZYOTERAPİST GÖZÜYLE ANKİLOZAN SPONDİLİT

Merhaba sevgili okurlar,


Ankilozan Spondilit vakası, artrit türlerinden biri olan ve öz bağışık hastalığıdır.” Bechterew hastalığı’’ olarak da nitelendirilmektedir. Kalça kemiğinin ve omurganın iltihaplanması ile oluşan bu vaka, hareket özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Ayaklarda ya da dizlerde de iltihaplanmaya yol açmaktadır. Kadınlara oranla erkeklerde görülme olasılığı yüksektir. Hastalık 20 yaşından sonra kendini göstermeye başlar. Yaşlılık dönemlerin de oluşma olasılığı düşüktür. Genç yaşta oluşsa da reaksiyonları göstermez. Kronik ve ağrılı bir vaka türü olmaktadır. Sanatçılar arasında da bu hastalığa yakalanan kişiler çoğunluktadır. Suna Pekuysal, Ahmet Mete Işıkara gibi birçok sanatçı, bu vakayı yaşayan kişiler arasındadır. Çocuklarda da görülebilmektedir.
AS’de ilk tutulan bölge sıklıkla leğen kemikleridir. Buna farklı zamanlarda bel, göğüs kafesi ve boyun bölgeleri tutuluşları eklenir. Bu bölgelerde, kiriş ve bağların kemiğe yapıştıkları yerde ortaya çıkan yangı temel bozukluktur. Bu yapışma yerlerinde aşınmalar meydana gelir. Yangı yatışırken, iyileşme sürecinde yeni kemik oluşumları ortaya çıkar. Kiriş ya da bağlardaki elastik dokuların yerine kemik dokusunun geçmesiyle, harekette azalma olur. Yangısal olayın tekrarlamaları sonucunda kemik oluşumları artar ve omurga kemikleri kaynaşarak bütün bir hal alırlar ve bu da hareketlerin kısıtlanmasıyla sonuçlanır. Hastalığın başlangıç dönemlerindeki hareket kısıtlılığının nedeni, ağrı ve kas kasılmalarıdır ve bu dönemde ilaç kullanımı ile düzelir. Ancak, ileri dönemdeki kemiklerdeki birleşmeden sonra ortaya çıkan hareket kısıtlılığı geriye dönmez. Bunun engellenebilmesi ya da yavaşlatılabilmesi için, egzersizlerin düzenli olarak yapılması şarttır.
BELİRTİLERİ
AS’in en yaygın belirtisi bel ve kalça ağrısıdır. Hastalığın etkilediği bölgelerdeki iltihabi durum ağrıya ve eklem katılığına yol açar. Ağrı istirahat sonrasında daha belirgindir. Örneğin hasta sabah uyandığında belinde ve kalçasında şiddetli ağrı vardır ve bu ağrı hareketle azalır. Bu ağrının süresi hastalığın şiddetine göre değişkenlik gösterir. Hasta bazen gecenin ikinci yarısından sonra şiddetli ağrı ile uyanabilir. Omurların devam eden iltihabi durumu uzadıkça omurlar birbirine kaynamaya başlar ve omurganın hareketleri önce azalır, sonra tamamen kaybolur. 

·         Omurga ağrısı: AS’in genellikle en erken ve en yaygın belirtisidir. En çok bel ve/veya kalça ağrısı şeklindedir. Genel özellikleri şunlardır;
         -Genç-erişkin dönemde daha yaygın görülür (20-30 yaş).
         -Genellikle sinsi bir başlangıç gösterir. Ağrı önce hafif hafif kendini hissettirir, zaman içerisinde (haftalar-aylar) giderek daha şiddetli bir hal alır.
         -Ağrının 3 aydan daha fazla devam etmesi önemlidir.
         -İstirahat sonrasında ağrı artar. Örneğin, sabah uyandıktan sonra veya sinemada bir film seyrettikten sonra ağrı belirginleşir.
         -Sabah tutukluğu genellikle 30 dakikadan fazla sürer.
         -Ağrı hareketle azalır.
         -Gecenin (uykunun) ikinci yarısından sonra ortaya çıkan ağrı nedeniyle hasta uyanabilir.
         -Sağ ve sol tarafta yer değiştiren kalça ağrısına neden olabilir.
·         Omurga hareketlerinin kısıtlanması: Omurga hareketlerinde azalma gelişebilir (öne, arkaya ve yanlara eğilmede, ilerleyen dönemlerde boyun hareketlerinde kısıtlanma). Örneğin, bel hareketlerinin kısıtlanması nedeniyle ayakkabı-çorap giyinmek çok zor bir hal alabilir.
·         Kalça ağrısı: Kalça ağrısı AS’de yaygındır. Ağrı kalça ekleminde, kalça veya baldırlarda ya da yürürken zorlanma şeklinde ortaya çıkabilir.
·         Omuz ağrısı: Tendon veya eklemdeki iltihabi durum omuz ağrısına neden olabilir. Etkilenen omuzun hareketleri kısıtlanabilir.
·         Diğer eklemler:  Tek bir eklem veya birkaç eklem etkilenebilir. Kalça, diz, ayak bileği eklemleri omurga dışında en çok etkilenen eklemlerdir. Eklemlerde ağrı, şişlik, ısı artışı, istirahat sonrası belirgin tutukluk gelişebilir.
·         Tendonların kemiklere yapışma yerinde iltihap: Tendon veya bağların kemiklere yapışma yerlerinde iltihaplanma olabilir. Omurlara ek olarak el bileği, topuk ve kaburga gibi tendon ve bağların yaygın olduğu bölgelerde iltihaplanmalar gelişebilir. Kaburgalar etkilendiğinde özellikle derin nefes alma, öksürük ve hapşırma sırasında göğüs ağrısı olabilir.
·         Yapısal belirtiler: Hastalığın özellikle aktif seyrettiği dönemlerde hastalarda halsizlik, yorgunluk, kendini iyi hissetmeme gibi yakınmalar olabilir. Geceleri bel veya eklem ağrılarından dolayı uyku bozukluğu da halsizlik yakınmasına katkıda bulunabilir. Bazı hastalarda hafif bir ateş ve kilo kaybı gelişebilir.

TEDAVİDE AMAÇLAR

1-      Hastanın ağrı, tutukluk ve yapısal belirtilerini azaltmak
2-      Hastanın fonksiyonel kapasitesini iyileştirmek
3-      Omurga etkilenmesi ile oluşabilecek istenmeyen sonuçları önlemek
4-      Omurga ve eklem dışı gelişebilecek belirtileri en aza indirmektir.

·         Fizik tedavi ve egzersiz: Hastanın vücut postürünü, omurganın hareketliliğini ve akciğer kapasitesini korumak konusunda gereklidir. Egzersiz her AS’li hasta için tedavi programının önemli bir parçası olmalıdır. Konu ile ilgili gerekli eğitimi almış uzman bir fizyoterapist tarafından hazırlanan  tedavi, spor ve egzersiz programı düzenli olarak uygulanmalıdır.

·         İlaç tedavileri: AS’te ilaç tedavisi iltihabi durumu azaltmak, hastanın yaşam kalitesini artırmak ve hastalığın ilerlemesini önlemek amacı ile uygulanır.

ÖNLEMLER
Mümkün olduğunca yastığınızı alçak tutun, yatak ve yastığınız omurganızın şeklini alabilen (visko-elastik) özellikte olmasına dikkat edin.
Mutlaka, ama mutlaka sigara içiyorsanız bırakın. Hastalığa bağlı, her nefes alıp vermede göğüs kafesinin yeterince esneyememesi nedeniyle, akciğerlere yeterli hava giriş çıkışı olmayacaktır. Sigaranın da katkısıyla, amfizem başta olmak üzere daha ciddi akciğer problemleri sizi beklemektedir. Sigaranın, zaten tartışmasız tıkayıcı akciğer hastalığına ve kansere neden olduğu, artık herkes tarafından bilinmektedir. Omega 3 (haftada 3 kez balık tüketmiyorsanız, günlük ihtiyacınız 500mg/gün) ve vitamin D desteği (kan düzeyine bakarak) alın. Yeterince kalsiyum almak için süt ürünlerinden zengin beslenin. Destekleyici tedavi hakkında doktorunuzdan bilgi alın.

Sağlıklı ve sağlıkla kalın…

21 Ocak 2016 Perşembe

YAŞAM İÇİN OKSİJEN…

Merhaba sevgili okurlar,

Solunum sistemi hastalıklarının çoğunda tanı ve tedavi genellikle solunum ve gaz sisteminin iyi değerlendirilmesi büyük önem taşır.Tüm dokularımıza can veren gaz olan Oksijenin bu hastalıkların oluşmasında rolü yadsınamaz.Peki,oksijen gerçekten bu kadar yaşamsal mıdır ? Gelin hep beraber bazı hastalıklara bakalım.

SİYANOZ :

Terim anlamı olarak derinin mavimtrak bir renk almasıdır.Deri damarlarında,kapillerlerde oksijensiz hemoglobin miktarının artmasına bağlı olarak oluşur.Oksijenlenmemiş hemoglobinin koyu mavi-mor rengi tüm cilde yayılır.
Genellikle arteryel kan desilitre başına 5 gramdan fazla oksijenlenmemiş hemoglobin içeriyorsa belirgin şekilde siyanoz görülür.Anemili kişi neredeyse hiç siyatonik olmaz çünkü arteryel kanın desilitresinde de oksijene olacak 5 gram hemoglobini yoktur.Tam tersine, Polisitemia Vera ‘da olduğu gibi aşırı eritrositi olan birinde, diğer bakımlardan normal koşullarda da dahi,çok miktardaki hemoglobin siyanıza neden olur.

HİPERKAPNİ:

Terim olarak vücut sıvılarında karbondioksitin birikmesi anlamına gelir.İlk bakışta hipoksi yaratan herhangi bir solunum durumunun hiperkapniye de sebebiyet vereceği düşünülür.Ancak, hipoksi hiperventilasyon yahut dolaşım yetersizliği ile ortaya çıkmışsa ancak o zaman hiperkapni de hipoksiyle birlikte bulunur.
Hipoksi havada oksijen azlığı,hemoglobin azlığı,oksidatif enzimlerin zehirlenmesiyle yeterli oksijenin sağlanamaması ya da dokunun oksijeni kullanamaması sonucu gelişir.Bu şekilde, hiperkapni bu tip hipoksilere eşlik etmez.
Ayrıca hipoksi pulmoner membranlardan  yahut dokulardan difüzyonun bozukluğuna bağlı ise; genellikle aynı zamanda ciddi bir hiperkapni de gelişmez.Çünkü karbondioksit oksijene göre 20 kat daha fazla difüzyona uğrar.Ve hiperkapni pulmoner ventilasyonu artırır böylece hipoksiyi düzeltmese de hiperkapniyi derhal düzeltir.
Hipoksi,hiperventilasyon sonucu oluşmuş ise,atmosfer ile alveoller arasında karbondioksit geçişi oksijen geçişi kadar bozulur.Böylece hiperkapni daima hipoksiye eşlik ede.Dolaşım yetersizliğinde kan akımının azalması,dokulardan karbondioksitin uzaklaştırılmasını güçleştirerek,doku hiperkapnisi yaratır.Bununla birlikte,kanın karbondioksiti taşım kapasitesi oksijene göre üç kattan daha fazla olduğu için bu koşullarda dahi hiperkapni hipoksiden çok daha azdır.
Alveoler, Pco2 60 tan 75 mmHg ye yükseldiği zaman kişi yapabileceği kadar hızlı ve derin solunum yapar.Ve hava açlığı ağırlaşır.Pco2 80-100 mmHg ye yükseldiğinde ise,kişi letarjik duruma gelir ve bazen yarı koma görülür.Pco2 120-150 mmHg olunca anestezi ve ölüm meydana gelir.Yüksek düzeylerde Pco2 koşullarında aşırı karbondioksit solunumu uyarmak yerine deprese eder ve böylece bir kısır döngü gelişir.Bu döngü; daha fazla karbondioksit,solunumda daha da azalma sonra daha da fazla karbondioksit şeklinde ilerler ve ölümle sonuçlanır.
Görüldüğü gibi ölüme giden uzun bir yol yaratabiliyor bu mucizevi gaz.Siz siz olun havanıza dikkat edin.
Sağlıklı ve sağlıkla kalın









20 Ocak 2016 Çarşamba

OMURGANIN DÜŞMANI ROMATOİD ARTRİT OLURSA...

Merhaba sevgili okurlar,

Eklemlerde iltihap şeklinde meydana gelen romatizmal bir hastalıktır. En çok görülen ve kronik iltihaplı bir romatizmal hastalıktır. Eklemlerde bozulmalara yol açar. Kronik poliartritis olarak da bilinir. Romatoid artritte eklem kıkırdağı tutulur; eğer kalp, akciğer, deri, kas gibi yapılar tutulmuş ise SLE ya da sklerodermanın bir göstergesidir. Fakat nadir olarak göz ve cilt gibi yapıları da etkiler. Hastalığın sebepleri henüz kesin olarak bilinmemektedir. Tanısında el ve ayakların filminin çekilmesi tanıya oldukça yardımcıdır. Ayrıca tedavisinde ise tamamen iyileşmek mümkün değildir.
RA, ortalama %1′lik bir görülme sıklığıyla çok karşılaşılan bir durumdur. Kadınlarda, erkeklere oranla üç-beş kat daha fazla görülür. Bu hastalık sıklıkla 40-50 yaş arasında görülmekte ve ayrıca 60 yaşından sonra da sık karşılaşılmaktadır. Çocuklar da dahil olmak üzere herkeste ortaya çıkabilir.
NEDENLERİ

Tıbbi ve bilimsel araştırmalardaki iler­lemelere karşın, romatoit artritin ortaya çıkmasına yol açan nedenler halen bi­linmemektedir. Oluşum mekanizmalarıyla ilgili olarak en geniş kabul gören varsayım, hastalığın eklemlere ve ek­lem sinovyasına karşı duyarlı hale gel­miş antikorların oluşumuna bağlı bir bağışıklık olayıyla ilgili olduğudur.
Henüz yapısı bilinmeyen bir etken (bakteri ya da virüs olabilir) sinovya zarının 
plazma hücrelerini antikor üret­meye yöneltir ve bunlar hastalık etkeni­ne (antijen) bağlanır. Gene bilinmeyen bir nedenle antijen-antikor bileşinini yabancı kabul eden vücut bir “romatoit faktör” üreterek tepki gösterir.
Kanda ve sinovya sıvısında bulunan bu romatoit faktör, “yabancı” antikor-antijen bileşeni için bir antikordur; anti­jen-antikor etkileşimi akyuvarları uya­rarak fagositozu (yutup yok etme) sağ­lar. Buna, romatoit artritteki 
doku lezyonlarmın gelişmesine neden olan en­zim serbestleşmesi eşlik eder.
Romatoit artrit görünümü ortaya çıktığı zaman, gerek hastaların kanında, gerek etkilenen eklemlerin sinovya sı­vısında “romatoit faktör”ün varlığının belirlenmesi, yukarıda sözü edilen var­sayımı doğrular. Buna karşılık romatoit faktör subakut bakteriyel endokardit (bakteri kökenli kalp iç zarı iltihabı) ve öbür kronik enfeksiyon olgularında da bulunur ve enfeksiyonun başarılı biçim­de tedavi edilmesinin ardından yok olur.Romatoit artritin çoğu kez belirli ruhsal özellikleri olan kişilerde görül­düğü ve ruhsal gerilimin arttığı durum­larda ortaya çıktığı ya da ağırlaştığı yo­lundaki gözlemler, birçok hekimi bu hastalığın belirgin bir psikosomatik ni­teliği olduğunu düşündürmeye yönelt­miştir. Bu varsayım dünyanın birçok yerinde çeşitli araştırmaların yapılması­na yol açmıştır; bu araştırmaların çoğu, romatoit artritin en azından kısmi bir psikosomatik hastalık olabileceğini göstermiştir.
BELİRTİLER

Romatoid artritin başlama şekli hastadan hastaya farklılıklar gösterir. Hastaların yaklaşık %70’inde bir kaç hafta ve hatta aya yayılmış sinsi bir başlangıç söz konusudur. Bu süre içerisinde hafif bir ateşin de eşlik ettiği halsizlik,yorgunluk, kilo kaybı ve bir veya bir kaç küçük eklemde ağrı vardır. Eklem ağrısı dışında hastaların önemli bir yakınması, uyku veya uzun süren bir istirahat sonrası, eklemler ve eklemlerin çevrelerinde oluşan ve sabah tutukluğu olarak tanımlanan sertlik hissidir. Sabah tutukluğu, hekime, eklem ağrısının iltihabi karakterde olduğunu anlatan önemli bir bulgudur. Aktif hastalıkta bir saatten uzun sürer, hatta günün geç saatlerine kadar devam edebilir. Süresi dışında derecesi ve vücutta dağılımı da önemlidir. Hastalar, giderek günlük işlerini yapmada aşırı zorlandıklarını ve eklem fonksiyonlarının azaldığını fark ederler. Klinik, başta el ve ayak eklemleri olmak üzere bir çok eklemde simetrik şişliklerinin gelişmesi ile tamamlanır.

Eklem Bulgular

Romatoid artritin tuttuğu eklemlerde ağrı ve şişlik dışında bir miktar sıcaklık olabilir ancak iltihabın diğer belirtisi olan kızarıklık yoktur. Bu nedenle romatoid artritli bir hastada görülebilecek kırmızı ve sıcak bir eklem karşısında septik artrit düşünülmelidir. El ve el bilekleri, ayaklar, dirsek ve diz eklemleri en çok tutulan, distal interfalanjeal ve sakroiliak eklemleri en az veya hiç tutulmayan eklemlerdir. Servikal vertebra dışında kalan omurga da genel olarak tutulmaz.

Eller

En zengin ve karakteristik değişikliklerini el ve el bileklerini simetrik tutması sonucu yapar. Erken dönemde, tenosinovitler, proksimal interfalangeal eklemlerin iğ şeklinde (fusiform) şişmeleri, ulnar stiloid çevresinin şişmesi ile bu bölgenin düzleşmesi görülür. Bir diğer erken dönem bulgusu, karpal tünel sendromudur (parmaklarda yanma, karıncalanma). Hastalığın ilerlemesi sonucu klasik geç dönem deformiteleri gelişir. Bunlar; el sırtının kas atrofisi sonucu iç bükey bir görünüm kazanması, metokarpofalangeal eklemlerde subluksasyon, parmakların metokarpofalangeal eklemlerden itibaren unlar tarafa doğru çarpılmaları (ulnar deviasyon), proksimal interfalangeal eklemlerde hiperekstansiyon ve distal interfalangeal eklemlerde fleksiyon ile kendini belli eden kuğu boynu deformitesi veya bunun tam tersi olan düğme iliği deformitesi ve baş parmakta Z deformitesi olarak tanımlanan şekil bozukluklarıdır. Ayrıca ekstansör tendonlarda gevşeme ve/veya kopma sonucu düşük parmaklar görülebilir.
Dirsekler
Sık tutulan bu eklemlerde ağrı ve şişlik dışında ekstansiyon kusuru ilk belirtilerden biridir. Ancak fleksiyon kusuru eşlik etmedikçe günlük aktivitelerde bir azalma görülmez. Bu bölgenin muayenesi sırasında romatoid nodüllerin aranması unutulmamalıdır.
Dizler
Sık tutuldukları gibi hastaların %15 kadarında ilk tutulan eklemlerdir ve bu hastaların büyük kısmı da tanıdan önce bir menisküs operasyonu geçirmiş olurlar. Romatoid artrit, dizlerin her iki kompartımanını tutması ile sadece medial bölümü tutan osteoartrozdan ayrılır. Diz tutulmasında karşılaşabilecek bir durum, sinovyal sıvının popliteal fossaya doğru uzanması sonucu gelişen Baker kistidir. Diz arkasında sert bir şişlikle kendisini belli eden bu kist, diz içi basıncının artışı sonucu rüptüre olabilir. Sinovyal sıvının bu şekilde açığa çıkarak bacağın aşağılarına doğru ilerlemesi ile tromboflebiti andıran bir durum gelişebilir. Eklem içine uygulanacak bir kortizon enjeksiyonu ile kolayca tedavi edilebilecek bu komplikasyon, tromboflebit geçirdiğinden şüphe edilen artritli hastalarda düşünülmelidir. Ultrasonografi, ayırıcı tanıda oldukça yararlıdır.

Ayaklar

 Ayaklar, hastaların %20'sinde ilk tutulan eklemlerdir. Yük taşımaları nedeni ile bu eklemlerin tutulması üst taraf eklemlerine göre daha fazla ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açar. Metotarsal eklemlerin tutulması sonucu ayak ön kısmında genişleme, hallux valgus ve çekiç parmak şeklinde deformiteler geç dönem belirtileridir. Ayak statiğinin bozulması sonucu gelişen kallus, bunyon ve kronik fistüller yürümeyi oldukça zorlaştırır.

Servikal vertebra

Romatoid artritli hastaların üçte birinde görülen servikal vertebra tutulumu, korkutucu komplikasyonlara yol açabilmesi açısından önem taşır. En sık atlantoaksiyel (C1-C2) eklem tutulumu görülür. Normalde aksisin odontoid çıkıntısı ile atlasın arkusu arasında 3 mm yi geçmeyen bir boşluk vardır. Sinovit sonucu instabilite gelişmesi ile genişleyen bu alanda
odontoid çıkıntının foramen magnuma doğru hareket etmesi ile servikal kordun baskı altında kalması sonucu çeşitli nörolojik semptomlar oluşabilir. Bu tabloyu düşündüren uyarıcı semptomlar, oksipital bölgeye yayılan ağrı, boyun hareketleri ile ağrıda olan değişiklik, üst ekstremitelerde parestezi, pozisyon hissinin kaybı, reflekslerde artış ile mesane ve barsak fonksiyon bozukluğu olarak özetlenebilir. Ani hareket veya bir travmada (özellikle trafik kazalarında başın gidip gelmesi) hemi veya tetraparezi gibi nörolojik komplikasyonlar ve ani ölüm görülebilir.

TANI

Romatoit artrit bilinen görünümleriyle ortaya çıkıp geliştiğinde kolay tanınır, hastalığın eklemlerde başlaması, daha ellerde görülmesi, belirtilerin iki yanlı ve simetrik olması, parmaklarda biçim bozukluğu ve eğrilmelerin ortaya çıkması, aradaki iyileşme dönemlerine karşın nöbetler halinde ilerlemenin gö­rülmesi tipik özelliklerdir. Bütün bunlar hekime söz konusu artrit tipini düşün­dürür.
Laboratuvar incelemeleri tanıyla il­gili sorunları aydınlatır: Çoğu zaman kansızlık görülür, nöbetler sırasında al­yuvarların çökme hızında (sedimantas­yon) artış vardır, sinovya sıvısı genel­likle bulanıktır ve hücresel elemanlar bakımından zengindir. Uygun serolojik jestlerle, bu hastaların serumunda romatoit etkenin saptanması özellikle önem­lidir. Radyolojik inceleme de önemlidir, hastalığın ilerlemesiyle eklem yıkımına ilişkin bulgular artar.

TEDAVİSİ
Hastalığın nedeni henüz tam olarak bilinmediğinden, kesin bir tedavisi de yoktur. Bu yüzden tamamen ortadan kaldırılamaz. Tedavideki amaç, hatalığın belirtilerini azaltmaya yöneliktir. Eklemlerde oluşan hasar ve ağrı en aza indirilmeye çalışılır. İltihap azaltılır. Tedavi edilmediği takdirde geri dönüşümü olmayan eklem hasarları ortaya çıkar.
Hastalık romatizmal olduğundan, tedavisi romatolog önderliğinde tarafından yapılır. Bunun yanında fizyoterapist, psikiyatrist, ortopedik cerrah da tedaviye yardımcı olurlar.
Kullanılan ilaçlar ise hastalığın neden olduğu bozuklukları durduran ve bulguları hafifletemeye yönelik olanlar olmak üzere iki çeşittir. Bu hastalıkta kullanılan ilaçlardan bazıları NSAİİ dediğimiz iltihabı azaltmaya yönelik olanlar, aspirinler ve ağrı kesicilerdir. Fakat bu ilaçlar, asla tek başlarına yeterli olmaz ve bazı yan etkileri (mide kanaması gibi) ortaya çıkabilir. Tedavi sırasında takip edilmesi gerekir.
Ayrıca fizyoterapist kontrolünde yapılan egzersizlerle kaslar ve kemikler güçlendirilir. Genel sağlık halini düzeltir ve hastanın kendini iyi hissetmesini sağlar. Fakat eklem ağrıları şiş ve ağrılı olduğunda dinlenmek gerekir.
Ciddi eklem hasarlarında ise cerrahi tedavi gereklidir. Ortopedik cerrahlar tarafından uygulanır. Hasarlı eklem parçalarının yerine plastik parçalar takılır ve kemiğe yapıştırılır. Sonra hastaya rehabilitasyon uygulanır ve bu ekleme alışması sağlanır.
Sağlıkla ve sağlıklı kalın..


13 Ocak 2016 Çarşamba

CİNSEL İLİŞKİ KABUS OLMASIN !!!

Merhaba sevgili okurlar,

Cinsel ilişki sonrasında idrar yollarında, rahim ağzında, gözde, rektumda ve üreme organlarında yerleşen bir bakterinin neden olduğu Gonore ya da Bel soğukluğu, hem kadında hem de erkekte akıntılı iltihaba neden olur. Gonore,cinsel yolla bulaşır ve bu yolla bulaşan hastalıklar arasında en çok görülen hastalıktır.
Erkekten kadına bulaşması daha kolay olan bu hastalık, genelde genç erkeklerde ve kadınlarda görülür. Kadında yerleştiği bölge çoğunlukla rahim ağzıdır. Korumasız ve çok eşli ilişkiler yüzünden bu hastalığa yakalananların sayısı her yıl artmaktadır. Dünyada her yıl 50 milyondan fazla kişi bu hastalığa yakalanmaktadır. Yapılan bir araştırmada her otuz saniyede bir kadın bu hastalığı kapmaktadır.
Bu hastalığa neden olan bakteri, sadece insandan insana bulaşabilir. Direkt temas gerekir. İnsan vücudunun dışında yaşaması zordur. Bu bakteri kuru ortamda yaşayamaz. Neme ihtiyaç duyar.
Bel soğukluğu, bir çok kadında belirti vermez. Kişi, taşıyıcı olarak kalır. Erkeklerde idrar yaparken yanma ve peniste akıntı görülür.
GONORE NASIL BULAŞIR?
Gonore; penis, vajina, ağız ve anüs temasıyla bulaşabilmektedir. Bakterinin bulaşabilmesi için boşalma gerekmemektedir. Hastalığın anal veya oral yolla da bulaşabilmesi nedeniyle homoseksüel ilişkilerde de taşınması söz konusudur. Gonore hastaları partnerleri ile birlikte tedavi edilmezse hastalık tekrar bulaşabilmektedir. Ayrıca hastalık; hamile anneden çocuğa vajinal doğum sırasında geçebilmektedir. Ayrıca, Neisseria gonorrhoeae'nin tuvalet kağıdında 3 saat, klozet kenarında ve havluda 24 saate yakın yaşayabildiği de bildirilmiştir.

BELİRTİLERİ NELERDİR?

Erkekte; ilişkiden sonra bir hafta içinde ortaya çıkar. Öncelikle hafif bir yanma görülür. Daha sonra hastalık daha da şiddetlenir ve sarı renkte bir akıntı ortaya çıkar. Akıntı yeri kızarır ve şişer. Tedavi edilmediği takdirde meni yolları iltihaplanır ve kısırlık meydana gelir. Hastada sık sık idrar yapma hissi uyanır. Fakat idrara çıktığında az idrar yapar. Bazı hastalarda ise hastalık belirti vermeyebilir.
Kadında; belirtinin şiddeti değişiktir. Hatta bazen belirti vermeyebilir. İdrar yollarında sarı-yeşil renkte bir akıntı meydana gelir ve bu akıntı kötü kokuludur. Adet düzeni bozulur ve adet dönemleri arasında kanama görülür. Yine erkekte olduğu gibi idrara çıkarken yanma vardır. Kadınlarda bartholin bezleri bulunur. Bu bezlerin iltihaplanması sonucu şişlik oluşur ve bu şişlik ağrıya neden olur. Tedavi edilmediği takdirde bu iltihap yayılır ve enfeksiyon başka yerlerde de görülür. Dış gebeliğe neden olabilir. Hatta kısırlığa yol açar.
Anal ve oral ilişkiler sonrası rektumda ve ağız bölgesinde enfeksiyon gelişebilir. Cinsel ilişki sırasında üreme organlarında ağrı görülür ve buradaki kaslarda iltihap meydana gelebilir.
Bazı durumlarda eklemlerde ağrı oluşur. Bu, bakterinin kana karışması sonucu ortaya çıkar. Eklemlerde ağrı, iltihap ve şişlik görülür. Sadece bir yerde oluşan bir durum değildir. Gezici bir ağrıdır. Ağrı bir yerde geçse bile daha sonra başka yerlerde ortaya çıkabilir.
Ayrıca bu hastalık hamile anneden bebeğe bulaşabilir. Bu durumda bebekte kızarıklık ve akıntı oluşur. Körlüğe yol açan bir rahatsızlıktır.

GONORE (BEL SOĞUKLUĞU) GÖRÜLME SIKLIĞI NE KADARDIR?

Gonore ABD'de ikinci sıklıkta gözlenen cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. Ayrıca ABD'de 2007 yılında belirlenen vakaların 355.991'inde gonore saptanmasına karşın CDC (Center for Disease Control) bu sayının 700.000 civarında olduğunu tahmin etmektedir.İstanbul'da 1999 yılında, idrar yolu enfeksiyonu semptomları gösteren 192 erkek hastanın üzerinde yapılmış bir araştırmada; hastaların %9,4'ünde gonore saptanmıştır. Böylece gonorenin idrar yolu enfeksiyonlarında sıklıkla gözlenen bir organizma olduğu gösterilmiştir.

GONORE (BEL SOĞUKLUĞU) NASIL TEŞHİS EDİLİR?

Serviks (rahim ağzı), üretra (idrar yolu), anüs veya boğaz bölgesinden alınan örneklerle çeşitli laboratuar testleri yapılmaktadır. Bu testlerden en yaygınları; kültür çalışması, mikroskopi, enzim immunoassay (ELIZA) ve polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)'dur. Bu metodlar arasında PCR; gonorenin tespiti için en güvenilir (altın standard) metot olarak gösterilmektedir.

BEL SOĞUKLUĞUNDA NASIL BİR TEDAVİ UYGULANIR?

Her hastalıkta olduğu gibi bu hastalığın da tedavi edilmesinde erken teşhis, hastalığın daha kolay ve çabuk geçmesini sağlar. Tedavinin amacı hastalıktan tamamen kurtulmak ve hastalığın başka yerlere yayılmasını önlemektir.
Hastalığın tedavisinde antibiyotikler kullanılır. Hap ya da iğne şeklinde olabilir. Büyük oranda iyileşme sağlanır. Genelde tek bir ilaç kullanımı yeterli olmaz. Birden fazla ilaçla tedavi yürütülür. Hastalık, hekim tarafından düzenli kontrol edilmeli, iyileşme sağlandığı takdirde tekrar kültür yapılarak bakterilerin üreyip üremediği kontrol edilir.
Bu hastalığı geçirenlerin eşleri de tedavi edilmelidir. Düzensiz antibiyotik kullanımı bakterilerin hastalığa karşı direnç kazanmasına neden olur. Bu hastalıkta penisilin türü ilaçlar kullanılır.

GONOREDEN (BEL SOĞUKLUĞU) NASIL KORUNULUR?

Gonoreden korunmanın en kesin yolu olarak; şüpheli ilişkiden kaçınılması ve uzun dönemli, tek eşli cinsel ilişkilerin tercih edilmesi önerilmektedir. Erkeklerde ve kadınlarda kondom kullanımı, gonorenin bulaşma riskini düşürmektedir. Beklenmeyen yara, akıntı, idrar atımı esnasında yanma veya kaşıntı gibi genital semptomlar gözlendiğinde uzman bir hekime danışılması ve cinsel ilişkinin bırakılması önerilmektedir. Ayrıca gonore teşhisi konulmuş bir hasta; durumunu cinsel ilişkiye girdiği kişilerle paylaşmalı ve bu kişilere tedavi olmalarını önermelidir.
Sağlıklı ve sağlıkla kalın..